emekuc's avatar

emekuc

mesut GUMUSLUOGLU
1.2K
Watchers
139 Deviations
116.9K
Pageviews
Ahir Zamanlarım! 1-

Ahir zamanlarım var benim; bilmediniz. Tutamadınız inadına; boşluklar oluştururken içimde ki sancılar. Görmediniz karanlığın içindeki saklı sırları. Ahir zamanlarım vardı benim; siz  yüz çevirdiniz.

Ayakkabısı yırtık yatıyor kaldırım üzerinde; başında karanfiller dolaşık; yüzünde hüzün gizliydi yüzü gibi gizliydi. Asırlar süren karmaşada bir güvercinini daha yitirirken kentin maviliği; tanıklığı gibi gizliydi gökyüzü. Harflerini unutmuş bir rotatif gibi yazılsa da barış çığlıkları. Biliyorum ne savaşlar bitecek; nede ölümler durdurulacak. Biliyorum çünkü ahir zamanlarım var benim; siz bilmediniz.

Acıyı yazar mı? Yazılan acılardan daha büyüğüydü yaşanılanlar. Tanık olduklarında tek söylem vardı ağızlarında; ‘simile to the pain…’ acıya gülmek; acılara gülmek ve alışmak acılara… acılarınıza acıyorum şimdilerde. Acıyarak rahatlıyorsunuz; acıyarak içinizi bırakıyorsunuz kayıtsızlığa. Borcunu ödemiş bir rahatlamayla; uykularınıza veriyorsunuz kendinizi. Başınızı gömdüğünüz yastıktaki yalancı göz yaşlarınızı kurutuyorsunuz her sabah. Güneşin alnında kendi acınızı yakıp; göstermek istiyorsunuz yıl boyu kıvançla. Acınıza acıyorum; çünkü ahir zamanlarım var benim; siz korktunuz.

İçinizde devleşen bir boşluk; ve tutam tutam yalnızlığınızı dolduruyorsunuz oraya. Tutam tutam olmuş saçlarınızı koparırcasına yaşadığınız yalnızlığınızda, tahammülünüz yok kimseye. Kutsallaştığınıza inandıkça hakirliğiniz geliyor şimdilerde aklıma. Beden satış sözleşmelerinde, ruhun teslimiyetindeki acemiliğiniz gibi; ve içinde taşıdığınız sizin düşleriniz sandığınız uzak düşlerde boğuluyorsunuz. Siz kimdiniz ki? Ayakkabısı yırtık güvercin yatarken kaldırım üzerinde, ona bahşettiğinizi söylediğiniz acıma duygusunu veren siz miydiniz? Onu kaldırım üzerine düşüren hain kurşunu atan ben sem! Siz kimdiniz? Sizler bizler yada onların olan bir başka benlikte iki boşluk doğururken içimizde ki yalnızlığımız; güvercin kanadında bulunan halkların kardeşliğinden iğrenecek kadar kutsallaştırmışız yalnızlığımızı. Ve o boşluğu göz ardı edercesine yerine acıma duygusunu bırakıyorsunuz bu günlük. Yarın azalacak; öteki güne yeni bir boşluk bulacaksınız. Ahir zamanlarım var benim; siz yoktunuz…

Yaşamı iki kerteden baktığımızda; iki kere kertiliyor bakışımız. Gözlerimizin aradığı ile bakışlarımızın yakaladıkları. Acılara yüz çevirip gidişlerimiz gibi; korkulu bir kalışımız olmayacak. Korkusuzluğumuz yalanını bile bile korkularımızla baş başa kalmak güdüsünden uzaklaşıyoruz. Öylesine korkularımız var ki! Sadece biz korkuyoruz. Bizden sonrasına sanrılar içinde bir hiçliği anlatıyor. İçimizdeki boşlukta kaybolmak korkusu! En çokta onun için içimizdeki boşluğu bir başka boşlukla kapatmaya uğraşıyoruz. İki kere kertilen yaşamımızda; iki kerede biz yeni bir boşluğu kucaklıyoruz. Boşluklar boşlukları yoruyor düşlerinizin saçmalığında düşlerinizi alıyor insanlar. Ve yalnızlığınızın kutsallığında; ayakkabısı yırtık güvercinin yarattığı boşluğu hiç düşünmeden acıyorsunuz. Barış diyen dilinden öte çelişkileriniz var biliyorum! Acabalarınız var, bu adam bu kadar  çok sevemez ülkemi!   ler iniz var. Neden burada kalmışlarınız var! Biliyorum ve size diyorum; bu vatan toprağı önce onundu… o vardı asırlar önce biz yollara düşmeden. Onun anıtlarına baktık; onun Türklerini söyledik; kendi türkülerimizle harmanlayıp. Onun yüreğinin sadeliklerini çaldık. Onu susturduk sonra. Şimdi dönüp kaldırım üzerindeki güvercinin kanatlarını çekiştiriyoruz; uçmasın diye. Uçamaz zaten gökyüzü tutsak bir ülkenin toprağında. Ahir zamanlarım var benim; siz görmediniz.

Tütsülü bir boşluk oluyor içinizin boşluğu. Yoğun kar yağışına bırakıyor bahar günleri yerini. Çiçeklerden intikam alırcasına soğuktur artık hava. Bir ağacın dallarına tüneyen güvercin gibi beklemiyorsunuz baharı. Zeytin ağacının altında gölgenizi aramıyorsunuz. Yeter alnınızı dayadığınız gölgelik; yetinin içinizdeki boşlukları doldurma çabasıyla. O boşluğunuz da hiç bilinmeyecek bir tükenişin izlerini gizleyin. Ve acılar ekleyin kendi acınası bakışlarınızı dışlayan. Kendi içinizdeki susuşunuzu insanlığa bahşederek; kendinize döndürün saatleri. Bahar gelmeyecek bu yılda.  Vurulduk ey halkım unutma bizi; derken gelmediği gibi; evet gözüm var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için… de gelmeyecek. Baharı kıskandıran yüreklerindeki sıcaklığa inat üşüyeceksiniz kış ortasında soğukla. Çünkü ayakkabısı yırtık güvercin yatıyor kaldırım kenarında. Onun düşlerinin sıcaklığında üşüyecek kadar boşsunuz…. Ahir zamanlarım var benim; siz üşüyorsunuz…

Bizler durdukça çoğalacak olan ne varsa sizlere adıyorum. Bizim boşluğumuzda doldurulacak bir başka boşluğun düşlerine bırakıyorum sizleri. Hayır! Mütevazi olmayacağım. Mütevaziliğimizi sizler boşluğunuza benzetiyorsunuz. Boş zannediyorsunuz. Kendi boşluğunuzu dolduramayacak kadar aciz; kendi boşluğunuza eş dost yapacak kadar yok farz ediyorsunuz. Bilin size bahşedilenlerden çoğuna sahibiz. Sizin tükettiklerinizden çoğunu tüketiyoruz; ömrümüzü!... sizin yokluğunuzdan sızlanıp; içinize bir tutam yürek koymak için kalıyoruz kaldırım diplerinde. Başımızda karanfil kırmızısı yazgımız ve bedenimiz paramparça; göklerde kanat çırpıyor. Başımızda kırılıyor cop sesleri. Duvarlardan düşüyoruz ölüyoruz bir metre yalnızlığımızda. Çapraz ateşlerde sizin boşluklarınızı doldurmak için göğüslüyoruz kafamızla kurşunları. Sizin düşlerinizi var etmek için çırpıyoruz kanatlarımızı. Hayır mütevazi olmayacağım; mütevaziliğimizi sizler kendi boşluklarınızla bir tutuyorsunuz. Acıyın banada; bundan öncekiler gibi. Çünkü; ahir zamanlarım var benim; siz beni dost bildiniz…


Vuruluşlarda harcanan bir bedenin anlatacaklarını susturmak gerek dedi karar vericiler. Sustu bir kanat çırpışı daha. Bir zeytin dalına bırakarak kanlı diş izlerini yatıyor kaldırım kenarında ayakkabısı yırtık güvercin. Kardeşimizdi! Yalanlarında götürüp o çok övdüğü toprağa vereceğiz. Acısını tanık yapıp kısmi göz yaşlarımıza birkaç gün sonra aynı kaldırımları aynı boşluklarımızla geçeceğiz. Aynı sokak başında durup nişan alacağız kendimize; aynı caddelerde adımızın verilmediğini gördükçe yeni hedeflerimiz olacak. Vuracağız kendi güvercinlerimizi. Kendi kanatlarında kendisini taşıdığını görüp imrenerek bakacağız bir başka yaşamlara kanat açtığına. Kendi boşluklarımızı gözden geçirip iğreneceğiz! Ve bir yad etmişliğimiz kalacak geriye. Bizler  o sokak başında sokağın çıkmazına döneceğiz. Bileceğiz çünkü ahir zamanlarımız yok. Ahi ret korkusunda yanarken içimiz ahir eti bile unutmuş bir yalnızlığımız; ve tanrılara adanmış bir acıma duygumuz olacak. Acıdığımızın kendimiz olduğunu bile bile duygusal anlarda bulacağız içimizin boşluğunu doldurma hevesimizi. Alın kıyafetleriniz; alın lüks yaşam konforlarınız; alın otomobilleriniz; alın yazlıklarınızda yanmış bedenlerinizin bronz haykırışı. Alın göz altı torbacıklarınız ve doldurun bakalım içine sığacak mı yüreğinizin tüm bilinci. Beyniniz doldura bilecek mi bir botoksun yarattığı boşluğu. Alın ve öyle acıyın kaldırım kenarında yatan güvercinin haklı haykırışlarına. Susun artık ölüm konuşuyor. Ahir zamanlarım var benim; sizin boşluğunuz….

Kattım ismini yurduma dönmüş yüreklerin ortak kaderine. Kattım bir avuç toprağı bilmezler ülkesinde dünyanın kardeşliğini savunanlar arasına . çocukken ördüğün duvarın dibinde gülümseyişini arıyorum. Satılık bir avuç toprağım yokken sattı beni ülkem. Kişi başı düşen acılara aldırmasa da insanlar; kişi başına düşen ölümlerde öldürdük senide. Kişi başına düşen ne varsa sana iki katıydı. Sen seçtin bunu; sen sevdin ülkeni; seni sevmediğinin bile bile sen seçtin kurşunlar arsında kanatlarına değecek olanını. Bu ülke seni dışladı. Tıpkı senden öncekiler gibi. Öldürülmene kafi gelecek sebeplerin vardı; yaşamı algılarken kardeşliğe verdiğin değerden uzak. Öldürülmen kadar gerekliydi acıyarak sana bakmak. Öldürülmen kadar lazımdı ora da o sokakta bir güvercinin kanat çırpması korkuyla. Korkun vardı ancak bunu sen seçtin. Öldürülüşüne kadar sürdü haykırışın. Ve yoksun artık… ahir zamanlarım var  benim siz yoksunuz….

Son söz…

Bir gün bir yerlerde bir başka ölüme kadar unutacağız senin adını da söylediklerini de, yaşadıklarını da. Bir başka kurşun sesinde hatırlanacak; bir başka ölümün soğukluğunda adın anılacak bir kez daha. Bizler kendi boşluklarımız; kendi yanılsamalarımız; kendi düşlerimiz! Peşinde sürükleneceğiz. Bu günün acısına kulak asıp acıyarak bakacağız kaldırım kenarında bir başka düşmüşü. Çocukları korkutacağız; çocuklardan korkacağız. Sokaklar dolusu yalnızlığımızda, sokakları dolduracağız boşluklarımızla. Hayallerimiz olacak elbet; kendimizden başka insan tanımayan; kendimizden özge vatanı olmayan hayallerimiz olacak. Ama hiçbir zaman bilmeyeceğiz; kardeşliğin önemini. Hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz; halklar özgür olmadıkça kendi özgürlüğümüzün olmayacağını. İnsanların kurtuluşunun yine insanlarda olduğunu bilmeden bir kurtuluşun bahşedilmesini bekleyeceğiz. Ve verilmesi için beklerken kendi kurtuluşumuza dair senaryoların acısında yaşayacağız. Acıyacağız kendimizden korkarak. Acımıza ortak aradıkça yalnız; kendimizi dışladıkça hırçın; kendimizi yok saydıkça biz olduğumuzu düşünerek yabancılaşacağız. Bir başka ölümlüden medet umarken; onun acılarından pirim yapmanın derdinde onu yok sayacağız. Ölümler üzerinden rant kavgalarına ortak olacağız. Ölümler üzerine örttüğümüz gazete parçalarındaki baldırı çıplaklığımıza bakarak mastürbasyonlarımıza devam edeceğiz.  Ama hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Acı sandığımızın kendi acınası halimiz olduğunu. Onların kanatlarında değil bir yaşama; dünyaya yer olduğunu göremeyeceğiz. Ve o kanatların gölgesinden bile korkacağız. Savaş uçağı sanıp yere yatarken; ağzımıza kaçan bir toprak tanesi uğruna küfredeceğiz vatana. Bu vatan sizin olsun. Ben kardeşimin düşlerini istiyorum.

Bu vatan sizin olsun. İnsanı öldürülürken susanlara sözüm. Onları koruyamayan; onların düşlerini anlamayanlara. Ölümünü ayakta alkışlayarak acıdığını zannedenlere. Bu vatan sizin olsun. Her gün yaşanan acılara alışmış yüreklere sözüm. Her gün yaşanan gündelik eşya kadar kıymeti olmayan ölümleri haklı gösterenlere sözüm. Alın paylaşın. Lime lime edilmiş toprağımın kokusunu; alın paylaşın  ganimetinizi. Kendinden başka yaşama tahammülü olmayanlar bir gün kendinize de tahammülünüz olmayacağınız bile bile alın yayın bu vatanda. Satış sözleşmelerinde imzanızın olduğunu bile bile vatan edebiyatından uzak kanların aktığı salyası ağzında insan ölümlerine sebep olanlar alın yaşayın bakalım; kalmışsa yaşanacak bir avuç toprak; ellerinizin kirletmediği. Çocuklarım öldürülürken; ve daha nehir on yedi ay yaşamışken yaz kuraklığında bırakmayı beceren vatan sizin olsun. Hırsızlığı teşvikinizle yıllardır tükenmeyen kaynakları kuruttuğunuz ve çalmayı kutsallaştıracak kadar hayasız olduğunu yılların mirası… sömürge ve emperyalist güçlere açılan savaşta kurtarılan ülkeyi adım adım parsel parsel satan; sömürgenin en kötüsü kimliğini benliğini yitiren; para için yurdun üzerinde dolaşan akbabaları alkışlayıp güvercin öldüren ülke; alın sizin olsun. Siz yaşayın. Ahir zamanlarım var benim; sizin yurdunuz yok bedeninizin kirletmediği…

Bu düşü gören kardeşime sözüm… artık damlaların seyrek fısıltısında kar ayazı vurur ellerime. Yüzümde asırlık ahir zamanın izleri ve sesimde bir kırılganlık. Acınası hallerinde insanların; kutsal bir ateş gibi  tapınmasına tanık oluyorum.          


     
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In
Yüreğim en yangın zamanda
Yenişemedi yine.
Giden güneş soluk
Nefes
Yürekte
Bir adım daha gergin
Bir saat başı beklemede.

Düşün yorgun bir sabahı müjdeliyorsa
Ne yapsan
nereye yapsan
nerede kalsan yurdun değildir artık
Beklediğini gören
Beklendiğini seven
bir sevdadır artık
yaşadığına gülümseyen

Güneşim hadi aç kolarını
Kaç yüreğimden içeri
Kaç mevsim daha özlenirki ?
bir sıcaklığın
esirgenmiş gülümsemesi
Kaç mevsim daha beklenir ki?
Ertelenmiş mutlulukların arefesi...

Bir adım gergin
Adıma inat
şevkatli ve
unutma yıllarca sen sevdin...
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In
Ağlaya biliyorsan Anlıyorsundur…

Doğduğum gündü biliyorum; ilkin annemin karnındaki sıcaklığı özlediğimi anladım; ondandır ağladım , beni aç sandılar annemdi beni emziren annemi tanıdım onu  ağladım ve anladım… Her gün büyüdüm büyüdüğümü anlayacak kadar ağladım.  Emekledim düştüm dizlerim kanadı, ben eksilen vücudumu  acılarla bağladım; sonra geri dönüp anneme bağlandım, sımsıkıydı sarılışı sımsıkı sarılıp onun beni anlamasına ağladım…
Ne aşklar ne sevgiler yaşayacaktım; yaşadığımı anlayacak kadar  bağırdım çağırdım; sokaklarda koşarak kaçardım karanlığın beni kollamasından; karanlığın beni korkutacak olduğunu öğrendiğim gün anladım; karanlık bilinmezliği gizlerdi; karanlık bilgelik kadar sırdı sessizdi; lal olmuş bir  iç çekişti karanlık; sessizliğin içinde durup kendi sesimde heyecanımı duyunca ağladım; ağlayınca anladım yaşıyordum her gün her gün kendim olarak kaçtığım karanlığın içinde kendimi arıyordum…

Acılar biriktirdim; sancılarıma sırdaş edip kendi yaralarımı acılarla harmanladım; sokaklarda insanlar gördüm sessizce başlarının üzerindeki üst belleklerinde saklıyorlardı maskelerini; sırlarını gördükçe maskelerini serdikçe ağladım; anladım ki sokaklarda gezen ölü bedenlere dönüşüyordu bedenleri; bedenlerini çürümüş yalnızlıkları gibi duran bencilliklerini gördükçe ağladım; ve anladım bir kez bile biz diyemeyen bir dilin ben içindeki çaresizliğini anladım…

Ölüm neydi ki ? Bir annenin ricası üzerine bebeğinin fotoğrafını  çekerken; olasılıklar içinde en kötüsünü yaşama ihtimalinde bedeninin parçasından son bir hatıra kalsın direncini anladım.  Hastalığın yaşı; cinsi hududu olmadığını minicik Fırat'ın gözlerine bakarken anladım; daha yedi aylık direnç öyküsüne dönüşecek öykü anlatmaya çalışmasından anladım.  Acılar içinde bir ömrün güzelleştiremeyeceği ne varsa hepsini anladım… hepsine her gece ağladım… Ölüm yenik düşmüştü göz ışıltılarına; bir direncin ve yaşama tutunma çabasının zaferini gördüğümde ağladım; ve anladım ki imkansızlıklar içinde imkansızın olmayacağını anladım…

Sustum bir kentin orta yerinde; denizini gördüm; denizine soyundum; sesimi yelken yapıp taktım rüzgarları peşim sıra; ufacık meltemler fırtınalar doğurdu; kalktım gittim; özledim geldim; geldiğim yerde martı sesleri yoktu; martı sesinin hasretine sarıldım ağladım; Anladım ki; musiki değildi aradığım sesime yoldaş olan bir tınıda koskoca dünyayı sarıp sarmaladım. Kentin kıyısından bakıp denize gülüşünün sıcaklığına bakıp daldım; en derininde kaldı yorgunluğum; dağlarına dönüp yüzümü bir türkü tutuşturdum; yaktım denizleri ırmakları bileyip bir ömre; en derin sevgisinde çağladım… Kentim bildim kentini; kendim bildim seni ; zaman zaman saatlere sarılıp baktım; günlerce güneşin batışında martı kanadını aradım; her gördüğümde güneşin orta yerinden geçen bir martı; ben ağladım; anladım ki kanatları yanmazmış martıların; yüreğimin serinliğinde sevgimle besledim susarak sarılıp ağladım…

Şimdi koskoca dünyanın orta yerinde vicdan muhasebesinde yaşam;  Dün ölümleri gördük bağırdık çağırdık ağlamadık; baktık etrafımıza kimin yarası varsa ona vah landık;  Başkalarının yarasına bakmanın iç acıtan ama bize güç veren hazında yaşadık. Bir başkasının göz yaşına bakıp; kendi saklanmış vicdanımızın sessizliğinde kaçtık; ya ağlasaydık ! Ya görselerdi göz yaşımızın ne renk olduğunu ; unutmadan unutmayı; gördüklerimizi kendi usumuzdaki derinliğe sakladık. Ağlamamak üzere idi  her şey ; bilmiyorduk; denizlerin sır saklayacağını; bilmiyorduk; sırını saklarken kendisine öykü yazacağını; ve en derin okyanusta bile bir damla göz yaşının okyanus sularına karışmayacağını; ne büyük bir enerjiydi; sonsuzluk gibi duran bir okyanusta; bir damla göz yaşının karışmadan ayrık kalma sevinci… Ne bilgeydi deniz; bir damlayı saklayacak kadar çok ve bir damlayı koruyacak kadar güçlüydü… Vicdan muhasebesinin arda kalanlarını savurup çekip gidiyorken; kendimizeydi şahlanan duygularımız; biraz rahatlayıp o insan deryasına savrulmamız; ağlamalarımız kendi denizimizdeki kendi  boğulmalarımızı bastırıp kucağımıza yüksek sesle bağra bağra ağladık… ama kimse duymadı sesimizi; birazda biz lal olmuştuk; nefesimizdeki  susuşu efendilik sandılar ama biz anladık…

Ağlaya biliyorsan Anlıyorsundur…
Çünkü  Anlıyorsan Ağlıyorsundur; ben annemin ak sütünü özledim; ağlıyorum çünkü annem yok artık; bende biliyorum büyüdüm… çocukluğumdan kalan sesimde acemi bir telaş ve içinde sakladığım bir avuç göz yaşım var Anladığımı gördükçe ağlıyorsam; ağladıkça anlıyorum neden sonuç ilişkisini…

Ağlaya biliyorsan Anlıyorsundur…
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In

bir

2 min read
Hayat rengini veriyor
gri
kan kırmızısı gözlerim
yüreğim kıskanıyor
damla
su
kar tanesi üşümesi

böyle ki öylesine
bakıyor gece şakaklarıma
hastalıklı düş benimkisi
düş göremeyen karanlık
aydınlığın tiksinmesi
susuyorsa geveze sokaklar
düşünü çaldırmış bir bekleyiş


hayat kavgasını  veriyor
sil baştan her şey
öfke
sesim kıskanıyor yalnızlığı
tin
beden
çıplaklık
kar altında eriyor göz yaşlarım
üşüyor gece
ben üşüyorum
yarim tut elimden
günler üşüyor
gecem tut elimden

böylesine benimkisi
kalemi kırık kıskanç bir şair
ve tutuk bellekte
sen tutuk
ben tutuk
aslında asırlar tutuk
zaman belleğimde bir yanılsama sadece
cezan kime ey hayat
kime kırdın kapkara yazgılarında
kime sövgün
söylemin kime
ezeli bir yalnızlıkta
kıskandığın değil mi
bakıp yüzünü geri çevirirken
göz yaşını silen
değilmiydin
halime acıma
acıma bana
ben
çünkü ben
hiç acımadım sana
cezan kime
bu suskunluk
bilge susumunda ağladığın
sesin kime
ve
sıradanlaşırsa bunca sözcük
bundan sonra
düşlerin kime ???

hayat kahrını veriyor
hadi susma diyen gözlerinde
susan yanım yarım kalır
dokunduğum teninde sıcaklığım
alev alev
gördüğün düşün yarısı olmak
diğer yarısında sen
bildiğim soruda
yüz kızartıcı suç işleme endişesi
sorduğum soruları geri alıyorum ey hayat
nede olsa
sende tanıksık
benim yaşam denen yanılsamama
sende bilirsin
blöfünde renk
blöfünde beş benzemez
blöfünde elimi görüyorsun
hadi başla şimdi
yeni türküne

biraz öfke benimkisi
nasılsa bilir
sövmeyi sokak çocukları
anasının hatrı kalmasın
gelmişi ile geçmişi arasında kurdukları köprüde
üç dil diyordu ozan
tek dilden sövüyorum
bildiğim tek sözcükle
inadına
inadına
yaşamak
inadına yaşayacağım hayat seni
...


merhaba
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In

eylul sIkIntIsI

2 min read
sonra
her şey bilirdi vaktini
bir gemi mesela limanında durup
esen rüzgarları bekler gibiydi
sen eylül olmuştun
ben hazan ve
vaktinden önce bırakmıştım yalnızlığımdan seni;
vaktinden önce terk etmiştim
yalnızlığımda beni

susuyordun gözlerinde hazan mevsiminden kalma telaş
ve gecelerce sayıkladın kollarımda
sonrası
sonra
sen eylül oluyordun
ben hazan
ve
ağlaşı p duruyorduk


Gözlerin büyüsünde tınısız ışıklar
ne yana baksam annem kokuyordun;
ne yana baksam
seni arıyordu ellerim
tutunup bir dal misali
o kara kuytuda yalnızlığı linç ediyordu saatler
ve sen sevgili
yüreğinde tüketiyordun mevsimleri
çünkü sen eylül oluyordun
ben hazan

sonra her şey bildi vaktini
benim gibi
sırası gelmişken söylenmeliydi sözcükler
ve
senin uykularını çaldım günlerce
yüreğine ağladım
sustum
susturdum sen olan yanımı yüreğimin
gözlerini mabedin duvarlarına dikip düşlerinle ısıtırken odayı
ayazında kaldığım geceleri and içer gibi sakladım
susuşunun yaralarını saran bir eşkiya tesellisi
kaçak biraz tedirgin biraz acemi
senin eylül olma çabana inat
mevsimini aradım durdum
benim hazanlarıma inat sen eylül kokuyordun
birde bir kış gecesi gelip girmiştim koynuna


senin eylülünde kaldı ömür
ve yüreğe işleyen bir fizik
bir kelime bir yürek
gemilerini unutma sevgilim
yüreğini sıcak tut
bilirsin ki
seninle mevsim, yaşam seninle
and içmiş bir yürek
ve
korkusuz kabuslar
gülüşünü unutma her sabah sana biriken güneşi
her gece seni kollayan yalnızlığına inat
merhabanı unutma
ve yüreğinde tek kelime kalmışsa geride
sen hep eylül ol
ben hep hazan
seni özleyerek geçecek yıllara inat
seninle dolu yaşanmışlıkların içinde

sen eylül ol sevgilim
türkülerde seninle başlar artık
özledim
merhaba
:::
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In
Featured

Ahir Zamanlarim! 1- by emekuc, journal

Bu Sabah Erken Gelir by emekuc, journal

Aglaya biliyorsan Anliyorsundur... by emekuc, journal

bir by emekuc, journal

eylul sIkIntIsI by emekuc, journal