Ahir Zamanlarım! 1-
Ahir zamanlarım var benim; bilmediniz. Tutamadınız inadına; boşluklar oluştururken içimde ki sancılar. Görmediniz karanlığın içindeki saklı sırları. Ahir zamanlarım vardı benim; siz yüz çevirdiniz.
Ayakkabısı yırtık yatıyor kaldırım üzerinde; başında karanfiller dolaşık; yüzünde hüzün gizliydi yüzü gibi gizliydi. Asırlar süren karmaşada bir güvercinini daha yitirirken kentin maviliği; tanıklığı gibi gizliydi gökyüzü. Harflerini unutmuş bir rotatif gibi yazılsa da barış çığlıkları. Biliyorum ne savaşlar bitecek; nede ölümler durdurulacak. Biliyorum çünkü ahir zamanlarım var benim; siz bilmediniz.
Acıyı yazar mı? Yazılan acılardan daha büyüğüydü yaşanılanlar. Tanık olduklarında tek söylem vardı ağızlarında; ‘simile to the pain…’ acıya gülmek; acılara gülmek ve alışmak acılara… acılarınıza acıyorum şimdilerde. Acıyarak rahatlıyorsunuz; acıyarak içinizi bırakıyorsunuz kayıtsızlığa. Borcunu ödemiş bir rahatlamayla; uykularınıza veriyorsunuz kendinizi. Başınızı gömdüğünüz yastıktaki yalancı göz yaşlarınızı kurutuyorsunuz her sabah. Güneşin alnında kendi acınızı yakıp; göstermek istiyorsunuz yıl boyu kıvançla. Acınıza acıyorum; çünkü ahir zamanlarım var benim; siz korktunuz.
İçinizde devleşen bir boşluk; ve tutam tutam yalnızlığınızı dolduruyorsunuz oraya. Tutam tutam olmuş saçlarınızı koparırcasına yaşadığınız yalnızlığınızda, tahammülünüz yok kimseye. Kutsallaştığınıza inandıkça hakirliğiniz geliyor şimdilerde aklıma. Beden satış sözleşmelerinde, ruhun teslimiyetindeki acemiliğiniz gibi; ve içinde taşıdığınız sizin düşleriniz sandığınız uzak düşlerde boğuluyorsunuz. Siz kimdiniz ki? Ayakkabısı yırtık güvercin yatarken kaldırım üzerinde, ona bahşettiğinizi söylediğiniz acıma duygusunu veren siz miydiniz? Onu kaldırım üzerine düşüren hain kurşunu atan ben sem! Siz kimdiniz? Sizler bizler yada onların olan bir başka benlikte iki boşluk doğururken içimizde ki yalnızlığımız; güvercin kanadında bulunan halkların kardeşliğinden iğrenecek kadar kutsallaştırmışız yalnızlığımızı. Ve o boşluğu göz ardı edercesine yerine acıma duygusunu bırakıyorsunuz bu günlük. Yarın azalacak; öteki güne yeni bir boşluk bulacaksınız. Ahir zamanlarım var benim; siz yoktunuz…
Yaşamı iki kerteden baktığımızda; iki kere kertiliyor bakışımız. Gözlerimizin aradığı ile bakışlarımızın yakaladıkları. Acılara yüz çevirip gidişlerimiz gibi; korkulu bir kalışımız olmayacak. Korkusuzluğumuz yalanını bile bile korkularımızla baş başa kalmak güdüsünden uzaklaşıyoruz. Öylesine korkularımız var ki! Sadece biz korkuyoruz. Bizden sonrasına sanrılar içinde bir hiçliği anlatıyor. İçimizdeki boşlukta kaybolmak korkusu! En çokta onun için içimizdeki boşluğu bir başka boşlukla kapatmaya uğraşıyoruz. İki kere kertilen yaşamımızda; iki kerede biz yeni bir boşluğu kucaklıyoruz. Boşluklar boşlukları yoruyor düşlerinizin saçmalığında düşlerinizi alıyor insanlar. Ve yalnızlığınızın kutsallığında; ayakkabısı yırtık güvercinin yarattığı boşluğu hiç düşünmeden acıyorsunuz. Barış diyen dilinden öte çelişkileriniz var biliyorum! Acabalarınız var, bu adam bu kadar çok sevemez ülkemi! ler iniz var. Neden burada kalmışlarınız var! Biliyorum ve size diyorum; bu vatan toprağı önce onundu… o vardı asırlar önce biz yollara düşmeden. Onun anıtlarına baktık; onun Türklerini söyledik; kendi türkülerimizle harmanlayıp. Onun yüreğinin sadeliklerini çaldık. Onu susturduk sonra. Şimdi dönüp kaldırım üzerindeki güvercinin kanatlarını çekiştiriyoruz; uçmasın diye. Uçamaz zaten gökyüzü tutsak bir ülkenin toprağında. Ahir zamanlarım var benim; siz görmediniz.
Tütsülü bir boşluk oluyor içinizin boşluğu. Yoğun kar yağışına bırakıyor bahar günleri yerini. Çiçeklerden intikam alırcasına soğuktur artık hava. Bir ağacın dallarına tüneyen güvercin gibi beklemiyorsunuz baharı. Zeytin ağacının altında gölgenizi aramıyorsunuz. Yeter alnınızı dayadığınız gölgelik; yetinin içinizdeki boşlukları doldurma çabasıyla. O boşluğunuz da hiç bilinmeyecek bir tükenişin izlerini gizleyin. Ve acılar ekleyin kendi acınası bakışlarınızı dışlayan. Kendi içinizdeki susuşunuzu insanlığa bahşederek; kendinize döndürün saatleri. Bahar gelmeyecek bu yılda. Vurulduk ey halkım unutma bizi; derken gelmediği gibi; evet gözüm var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için… de gelmeyecek. Baharı kıskandıran yüreklerindeki sıcaklığa inat üşüyeceksiniz kış ortasında soğukla. Çünkü ayakkabısı yırtık güvercin yatıyor kaldırım kenarında. Onun düşlerinin sıcaklığında üşüyecek kadar boşsunuz…. Ahir zamanlarım var benim; siz üşüyorsunuz…
Bizler durdukça çoğalacak olan ne varsa sizlere adıyorum. Bizim boşluğumuzda doldurulacak bir başka boşluğun düşlerine bırakıyorum sizleri. Hayır! Mütevazi olmayacağım. Mütevaziliğimizi sizler boşluğunuza benzetiyorsunuz. Boş zannediyorsunuz. Kendi boşluğunuzu dolduramayacak kadar aciz; kendi boşluğunuza eş dost yapacak kadar yok farz ediyorsunuz. Bilin size bahşedilenlerden çoğuna sahibiz. Sizin tükettiklerinizden çoğunu tüketiyoruz; ömrümüzü!... sizin yokluğunuzdan sızlanıp; içinize bir tutam yürek koymak için kalıyoruz kaldırım diplerinde. Başımızda karanfil kırmızısı yazgımız ve bedenimiz paramparça; göklerde kanat çırpıyor. Başımızda kırılıyor cop sesleri. Duvarlardan düşüyoruz ölüyoruz bir metre yalnızlığımızda. Çapraz ateşlerde sizin boşluklarınızı doldurmak için göğüslüyoruz kafamızla kurşunları. Sizin düşlerinizi var etmek için çırpıyoruz kanatlarımızı. Hayır mütevazi olmayacağım; mütevaziliğimizi sizler kendi boşluklarınızla bir tutuyorsunuz. Acıyın banada; bundan öncekiler gibi. Çünkü; ahir zamanlarım var benim; siz beni dost bildiniz…
Vuruluşlarda harcanan bir bedenin anlatacaklarını susturmak gerek dedi karar vericiler. Sustu bir kanat çırpışı daha. Bir zeytin dalına bırakarak kanlı diş izlerini yatıyor kaldırım kenarında ayakkabısı yırtık güvercin. Kardeşimizdi! Yalanlarında götürüp o çok övdüğü toprağa vereceğiz. Acısını tanık yapıp kısmi göz yaşlarımıza birkaç gün sonra aynı kaldırımları aynı boşluklarımızla geçeceğiz. Aynı sokak başında durup nişan alacağız kendimize; aynı caddelerde adımızın verilmediğini gördükçe yeni hedeflerimiz olacak. Vuracağız kendi güvercinlerimizi. Kendi kanatlarında kendisini taşıdığını görüp imrenerek bakacağız bir başka yaşamlara kanat açtığına. Kendi boşluklarımızı gözden geçirip iğreneceğiz! Ve bir yad etmişliğimiz kalacak geriye. Bizler o sokak başında sokağın çıkmazına döneceğiz. Bileceğiz çünkü ahir zamanlarımız yok. Ahi ret korkusunda yanarken içimiz ahir eti bile unutmuş bir yalnızlığımız; ve tanrılara adanmış bir acıma duygumuz olacak. Acıdığımızın kendimiz olduğunu bile bile duygusal anlarda bulacağız içimizin boşluğunu doldurma hevesimizi. Alın kıyafetleriniz; alın lüks yaşam konforlarınız; alın otomobilleriniz; alın yazlıklarınızda yanmış bedenlerinizin bronz haykırışı. Alın göz altı torbacıklarınız ve doldurun bakalım içine sığacak mı yüreğinizin tüm bilinci. Beyniniz doldura bilecek mi bir botoksun yarattığı boşluğu. Alın ve öyle acıyın kaldırım kenarında yatan güvercinin haklı haykırışlarına. Susun artık ölüm konuşuyor. Ahir zamanlarım var benim; sizin boşluğunuz….
Kattım ismini yurduma dönmüş yüreklerin ortak kaderine. Kattım bir avuç toprağı bilmezler ülkesinde dünyanın kardeşliğini savunanlar arasına . çocukken ördüğün duvarın dibinde gülümseyişini arıyorum. Satılık bir avuç toprağım yokken sattı beni ülkem. Kişi başı düşen acılara aldırmasa da insanlar; kişi başına düşen ölümlerde öldürdük senide. Kişi başına düşen ne varsa sana iki katıydı. Sen seçtin bunu; sen sevdin ülkeni; seni sevmediğinin bile bile sen seçtin kurşunlar arsında kanatlarına değecek olanını. Bu ülke seni dışladı. Tıpkı senden öncekiler gibi. Öldürülmene kafi gelecek sebeplerin vardı; yaşamı algılarken kardeşliğe verdiğin değerden uzak. Öldürülmen kadar gerekliydi acıyarak sana bakmak. Öldürülmen kadar lazımdı ora da o sokakta bir güvercinin kanat çırpması korkuyla. Korkun vardı ancak bunu sen seçtin. Öldürülüşüne kadar sürdü haykırışın. Ve yoksun artık… ahir zamanlarım var benim siz yoksunuz….
Son söz…
Bir gün bir yerlerde bir başka ölüme kadar unutacağız senin adını da söylediklerini de, yaşadıklarını da. Bir başka kurşun sesinde hatırlanacak; bir başka ölümün soğukluğunda adın anılacak bir kez daha. Bizler kendi boşluklarımız; kendi yanılsamalarımız; kendi düşlerimiz! Peşinde sürükleneceğiz. Bu günün acısına kulak asıp acıyarak bakacağız kaldırım kenarında bir başka düşmüşü. Çocukları korkutacağız; çocuklardan korkacağız. Sokaklar dolusu yalnızlığımızda, sokakları dolduracağız boşluklarımızla. Hayallerimiz olacak elbet; kendimizden başka insan tanımayan; kendimizden özge vatanı olmayan hayallerimiz olacak. Ama hiçbir zaman bilmeyeceğiz; kardeşliğin önemini. Hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz; halklar özgür olmadıkça kendi özgürlüğümüzün olmayacağını. İnsanların kurtuluşunun yine insanlarda olduğunu bilmeden bir kurtuluşun bahşedilmesini bekleyeceğiz. Ve verilmesi için beklerken kendi kurtuluşumuza dair senaryoların acısında yaşayacağız. Acıyacağız kendimizden korkarak. Acımıza ortak aradıkça yalnız; kendimizi dışladıkça hırçın; kendimizi yok saydıkça biz olduğumuzu düşünerek yabancılaşacağız. Bir başka ölümlüden medet umarken; onun acılarından pirim yapmanın derdinde onu yok sayacağız. Ölümler üzerinden rant kavgalarına ortak olacağız. Ölümler üzerine örttüğümüz gazete parçalarındaki baldırı çıplaklığımıza bakarak mastürbasyonlarımıza devam edeceğiz. Ama hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Acı sandığımızın kendi acınası halimiz olduğunu. Onların kanatlarında değil bir yaşama; dünyaya yer olduğunu göremeyeceğiz. Ve o kanatların gölgesinden bile korkacağız. Savaş uçağı sanıp yere yatarken; ağzımıza kaçan bir toprak tanesi uğruna küfredeceğiz vatana. Bu vatan sizin olsun. Ben kardeşimin düşlerini istiyorum.
Bu vatan sizin olsun. İnsanı öldürülürken susanlara sözüm. Onları koruyamayan; onların düşlerini anlamayanlara. Ölümünü ayakta alkışlayarak acıdığını zannedenlere. Bu vatan sizin olsun. Her gün yaşanan acılara alışmış yüreklere sözüm. Her gün yaşanan gündelik eşya kadar kıymeti olmayan ölümleri haklı gösterenlere sözüm. Alın paylaşın. Lime lime edilmiş toprağımın kokusunu; alın paylaşın ganimetinizi. Kendinden başka yaşama tahammülü olmayanlar bir gün kendinize de tahammülünüz olmayacağınız bile bile alın yayın bu vatanda. Satış sözleşmelerinde imzanızın olduğunu bile bile vatan edebiyatından uzak kanların aktığı salyası ağzında insan ölümlerine sebep olanlar alın yaşayın bakalım; kalmışsa yaşanacak bir avuç toprak; ellerinizin kirletmediği. Çocuklarım öldürülürken; ve daha nehir on yedi ay yaşamışken yaz kuraklığında bırakmayı beceren vatan sizin olsun. Hırsızlığı teşvikinizle yıllardır tükenmeyen kaynakları kuruttuğunuz ve çalmayı kutsallaştıracak kadar hayasız olduğunu yılların mirası… sömürge ve emperyalist güçlere açılan savaşta kurtarılan ülkeyi adım adım parsel parsel satan; sömürgenin en kötüsü kimliğini benliğini yitiren; para için yurdun üzerinde dolaşan akbabaları alkışlayıp güvercin öldüren ülke; alın sizin olsun. Siz yaşayın. Ahir zamanlarım var benim; sizin yurdunuz yok bedeninizin kirletmediği…
Bu düşü gören kardeşime sözüm… artık damlaların seyrek fısıltısında kar ayazı vurur ellerime. Yüzümde asırlık ahir zamanın izleri ve sesimde bir kırılganlık. Acınası hallerinde insanların; kutsal bir ateş gibi tapınmasına tanık oluyorum.